Her şey o gün aniden başlamıştı. Aslında aniden bitmişti. Ya da yarım kalmıştı her şey…
Kalbi tek kapıya açılan ender kişilerden biriydi C. O gün korkuları arasına bir yenisini daha eklemişti. O’nu görmüştü. Adının anlamını sonradan öğreneceği ve sesinden hiçbir zaman adını duyamayacağı kişiyi. R’yi.
“Sır saklamasını biliyorsan sana bir sır vereceğim” dedi C.
R, telefonunu cebine koydu. Kafasını kaldırdı, gözleri gözlerindeydi C’nin. İki küçük zeytin çekirdeğiydi gözleri. C, heyecanlandı. R, C’ye,
Yönelttiği o soru, aradığı onca sorunun cevabı mıydı acaba. Kim, niye, neden, nasıl, o, telefon kabının rengi, taş, kız… Kelimelerin sonuna eklendikçe o çengelli imla işareti, kendini daha da yalnız ve kalbini yorgun hissetti C. Cevaplar çok acımazdı, sorular merhametli.
C, aslında R’nin karşısında iki eliyle de ağzını sıkıca kapamış ve susmuştu. Hem de avazı çıktığı kadar susmuştu. Bu susuş belli ki onun imtihanıydı. Şimdi n’yapacaktı hiç bilmiyordu. Zaten bugüne dek bildikleri C’ye yalnızca acı vermişti. Artık takvim yapraklarındaki günlerin bir önemi yoktu. Tıpkı eskisi gibi. Onu gördüğü tarih, gülümsediği saat, kafasını eğdiği dakika ve doğdu o şenlikli gün hariç.
Belki o soruyu sormasa R, biraz daha susacaktı karşısında C. Sustuklarıyla şiir bile yazardı belki.
“Biraz bekleyin, birazdan 28 gelir… 28’e binin, itfaiye durağında inin.”
Birazcık konuştum, bakmayın kusuruma.
Güzel kardeşim bu düz yazı tarzına herzaman sevmişimdir,birgün gerçekten büyük bir yazar olacaksın çünkü kendine özgü çok güzel bir yazı dillin var